Oder Berti lEmrah
<< Geri
Saygı
 
Bertil Emrah Oder
1991 yılının yazıydı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinin çoğunluğu, henüz Beyazıt kampüsündeki görkemli ana binanın ikinci katındaki çalışma odalarını terk etmemişlerdi. Bülent Bey, o dönemde yan binadaki Mukayeseli Hukuk Enstitüsü’nde bir odayı kullanıyordu. Odanın duvarları hava koşullarına pek de aldırmaksızın, su sızdırıyor ve kimi zaman oturulmaz hale geliyordu. Bu nedenle, görüşmelerin bir kısmını ana binada, Beyazıt Kulesi’ne bakan başka bir odada –Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in odası- yapıyordu. Benim Bülent Bey ile ilk görüşmem de burada oldu. Özgeçmiş ve beklentilere ilişkin kısa ve içten bir görüşmeydi. O sırada İsviçre’den yeni dönmüştüm. Bunu öğrenince, biraz da Zürich ve Cenevre üzerine konuşmuş­tuk. Aslında görüşmeye giderken kararsızdım. Binanın koridorları, onca ya­şanmışlık ve gösterişine rağmen, bakımsızlığın da etkisiyle, karanlık ve belirsiz bir geleceğe doğru açılıyor gibiydiler. Oysa Bülent Bey, ne olursa olsun yaptığı işe inancını yitirmeyen insanların uyandırdığı güven duygusunu veriyor, özen­dirici ve destekleyici biçimde konuşuyordu. Bu ilk görüşmeden sonra, araş­tırma görevliliği için açılan sınava girdim ve sonrasında ondan farklı konulara yönelmeme rağmen, desteğini benden esirgemeyen çok yönlü özel bir insanla çalışma şansını yakaladım.
Bülent Bey’in ardından kişisel bir yazı yazarken, akla gelen onca şey arasında seçim yapmak zorlaşıyor. Örneğin; ana binada, Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı’nın emekliliğinden sonra Korkut (Kanadoğlu) ile paylaştığımız ve Anayasa Hukuku Ana Bilim Dalı’na ait tüm kitap ve dosyaların bulunduğu o kocaman odayı temizlediğimiz gün capcanlı duruyor belleğimde. Bir gün önce­den her şeyi planlamış; tozu ve kiri arındırıcı her türlü donanımla odayı temiz­lemiş; kitap, dergi ve gazete koleksiyonlarını yeniden düzenlemiş ve kullanıla­bilir hale getirmiştik. Tüm gün süren bu uğraş boyunca Bülent Bey coşkuyla çalışmış, bizi de coşkusuna ortak etmişti. Oda sonraları, onun katkılarıyla nere­deyse bir enstitü kitaplığına dönüştü. Büyük bir özenle yıllar boyu taradığı gazete haberleri koleksiyonunu bizimle de paylaşmış ve katkılarımıza açık hale getirmişti. Resmi Gazete taramaları konusunda bir bütçenin oluşmasına önayak olan ve taramaları üstlenmemizi önererek gelişmeleri eksiksiz izlememizi sağ­layan da oydu.
Dönem başı ya da sonunda, bazen de beklenmedik bir anda yaptığı ye­mek davetleri ile Bülent Bey, çalışma ortamını renklendirmeyi hiç aksatmadı. Bazen geniş, bazen dar katılımlı bu yemekler için evinin kapılarını da açardı. Eşi Öget Hanım’ın büyük bir özenle hazırladığı ve olağanüstü bir zarafetle minik kadehlerde sunduğu vişneli içki, haklı bir üne kavuşmuştu. Yemek soh­betlerinde klasik müzik ve Balkan müziğine olan ilgisini; konser ve filmleri; yatılı öğrencilik günlerini; ilk gençlik yıllarındaki Yugoslavya anılarını; bisiklet gezilerini; Öget Hanım’a olan derin sevgisini; Armutlu kedilerinin maceralarını bizimle paylaşmaktan çekinmedi.
Lisans derslerini her yıl yeniden tasarladı ve kendini hiç yinelemeden sürdürdü. Bu dersler, kuramsal ve güncel sorunların titizlikle ele alındığı özgül birer konferans niteliğindeydiler. Doktora dersleri ise hem konuları, hem de işleniş biçimleri bakımından tüm katılımcıların etkin biçimde yer aldığı birer çalışma atölyesiydi. “Türk Kamu Hukukunun İdeolojik Otopsisi” başlıklı dok­tora dersinde, her bir katılımcı tek bir yazara odaklanarak, onun anayasa hu­kuku gelişmelerine bakışını inceledi. İdris Küçükömer ile başlayan dersler, Sıdık Sami Onar, Hüseyin Nail Kubalı, Hükmet Kıvılcımlı, Celal Bayar, Ergun Özbudun, Mümtaz Soysal, Niyazi Berkes gibi pek çok öğretim üyesi ya da siyasetçinin yapıtlarını kapsadı. Derslerin sonuncusu Bülent Tanör’e ayrılmıştı. Sunuşu, aralarında benim de yer aldığım üç kişi, yapıtları paylaşarak yaptı. Kendisine yönelik bir sunum yapılmasından hoşnut kaldığını ve çözümlemele­rimizi dikkatle not ettiğini anımsıyorum. Murat Sarıca Kitaplığı’nda yapılan bu ders, tüm gün sürdü ve yıl boyunca incelenen yazarlara ilişkin sınıflandırma­larla sona erdi. Dersler hem Hukuk, hem de Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden gelen katılımcılarla yürütülmüştü. Bülent Bey, bütün sene boyunca tartışmaları ustaca yöneterek, farklı alanlardan gelen katılımcılar arasında gerçek bir “aka­demik ortaklık” kurmayı başarmıştı. Bunca zaman sonra, o dersleri sevgiyle anımsamamızın nedeni budur.
Yazarken ve anlatırken, siyasal gerçekliği hiç göz ardı etmedi. Anayasa hukukunun temel sorunu olan olgu ile norm arasındaki diyalektik bağa ne denli önem verdiği tüm yapıtlarında gözlenebilir. İster “dinamikler”, isterse “uygu­lama” adıyla ansın, normun oluşumuna neden olan etkenleri ve normun siyasal – toplumsal yaşamda nasıl algılandığını, dayanaklarını da göstererek hep vur­guladı. Toplumsal ve siyasal dönüşümde “iç dinamikler”in gücüne inandığını sık sık yinelerdi. Geleceğe ilişkin iyimserliği ile de –başta yabancı konuklar olmak üzere- pek çok kişiyi şaşırtırdı.
En son telefonda konuşmuştuk. Babaannemi kaybetmiştim. Acımı payla­şan yorgun ve nazik sesi, kulaklarımdan silinmiyor. Bu konuşmanın ardından çok kısa bir süre sonra aramızdan ayrıldı. Onun gidişiyle Türkiye bir aydın, “Üniversite” ciddi, titiz ve yaratıcı bir bilim insanını, beraber çalıştığı “çocuk­lar”ı da “akademik baba”larını yitirdi. Galatasaray Üniversitesi’ndeki törende, Öget Hanım “ben yaşadıkça, o da benimle yaşayacak” demişti. Bu sözler Bü­lent Bey’in ayrılışını daha katlanır kılıyor. Yine de bir hayale sığınmak istiyorum. Sanki böyle bir an yaşanmış gibi, ikisi birden, eskiden doktora ders­lerini yaptığımız Mavi Salon’da olsun istiyorum. Piyano salonun köşesine çe­kilmiş. Bülent Bey geniş camlarla piyanonun arasında sevgi, emek, onur ve sabırla örülü bir yaşamın bıraktığı huzur duygusuyla klasik kadife koltukta oturuyor. Bir ders sonrasında olduğu gibi, Öget Hanım Erik Satie’den Trois Gnossiennes’in ilk bölümünü çalıyor.
Anısı önünde saygıyla eğiliyorum. 


 İstanbul Üniversitesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı öğretim üyesi.
Bu site Prof. Dr. Öget Öktem Tanör'ün mali katkılarıyla hazırlanmıştır. 2013