Türkeri Levent
<< Geri
Levent Türkeri
Sayın Prof. Dr. Bülent Tanör ile ilk kez 1996 yılı Mart ayında ve hastalı­ğının tanısı konulduktan kısa bir süre sonra tanıştım. Aradan yıllar geçmiş ol­masına rağmen o güne ait olayları oldukça net hatırlayabiliyorum. Bunun en önemli sebebi, Bülent Hoca’nın rahatsızlığının belli bir aşamanın ötesine geç­miş olduğunu öğrenmesine rağmen hayret verici bir sakinlik içerisinde olması idi. Buna karşın eşi Öget Hanım neredeyse hiç oturmuyor, sürekli hastalık ve seyri ile ilgili bilgi edinmeye çalışıyordu. O zamanlar bu durumu, tıp dışı bir meslekten olması nedeniyle, Bülent Hoca’nın hastalığını çok net değerlendiremiyor olmasına yormuştum. Sonradan pek çok vesile ile bu ko­nuda fazlasıyla yanılmış olduğumu düşündüm. Sanıyorum ki Bülent Hoca’nın o günkü sakin tavrı altında yatan asıl neden, hastalığının durumunu çoktan kav­ramış olması ve en kötü şeylere kendisini hazırlamış olmasıydı. Büyük olası­lıkla gelecekle ilgili planını çoktan yapmıştı. Çünkü daha sonraki aylar ve yıllar içerisinde sağlığı elverdiği ölçüde bilim üretmek ve yeni kuşakları eğitmek için ne kadar çok çaba gösterdiğini, bunun sınırlarını ne kadar zorladığını, değişik vesileler ile öğrenme fırsatım oldu. Yapılan konuşmalar ve kendisine verilen bilgilerden ölümcül bir rahatsızlığa yakalandığını anlamış olmasına rağmen, bu durumda pek çok kişi için en doğal insan tepkileri olan korku, herşeyden elini ayağını çekip, izole olmak ve yaşantısının kalan bölümünde sadece hastalığı ile ilgilenmek gibi davranışların hiç birisini göstermedi. Tam tersine daha çok ça­lışmak, daha çok üretmek için çabalar oldu. Bu durumu hastanede yattığı dö­nemlerde pek çok defa gözleme fırsatım oldu. Tedavisinin bir aşamasında ke­moterapi uygulamaları için belirli aralıklarla hastaneye gelmesi gerekiyordu. Bu dönemde rastladığımız ve önceleri bizi biraz şaşırtan, ancak daha sonradan çok normal karşılayıp vizitimizi koridorda yapmamıza neden olan bir alışkan­lığı, öğrencileri ile hasta odasında yaptığı eğitsel toplantıları idi. Vizit yapmak için odasına girdiğimizde onu yanında asistanları ve öğrencileri ile bölüm top­lantısı yaparken bulmak bizi şaşırtmaz olmuştu. Genel durumu ve bağışıklık sistemi izin verdiği sürece bu tür çalışmalarına devam etti. Belki de onu hayata bağlayan şeylerin en önemlilerinden birisi mesleğine, üretmeye ve gelecek ku­şakları eğitmeye olan tutkusu ve inancıydı. Hastalığı ile olan uzun ve kıyasıya mücadelesi sırasında eşi Öget Tanör’ün olağanüstü desteğinin ve gayretlerinin yanısıra onu hayatta tutan şeylerden bir diğerinin bu tutkusu olduğunu düşünü­yorum.
Kemoterapi uygulamaları sırasında gördüğüm bir başka olay da hasta­nede olabildiğince az kalmak istemesiydi. Hastane ortamının iticiliği nedeni ile böyle bir şeyi istiyor olabilirdi, ama büyük olasılıkla, bu isteğinin altında daha çok bir an önce işlerinin başına dönebilmek ve çalışmaya devam etmek telaşı yatıyordu.
Aslında bu bağlılık ve tutku muhtemelen moralinin de yüksek kalmasını sağlıyordu. Sonuna kadar mizah duygusunu ve hastalığı ile ilgili şaka yapma yeteneğini korudu.
Hastalığına bağlı sağ kalça kemiğinde ciddi bir problem ortaya çıktığı dönemden bir süre önce, 2001 kışında tedaviye geldiği bir gün, yanında kendi­sine destek olan bir meslektaşı ve koltuk değneği ile yürürken hatırını sorduğumda, değneklerini ve başındaki örgü beresini göstererek “ Gayet iyiyim. Uludağ’da kayak için hazırlık yapıyorum” diye cevap vermişti. Bir başka sefer de kardeşi Ali Bey’den her tedavi öncesi sanki bir kutlama yapar gibi güzel bir akşam yemeği ve bir kadeh içki almayı alışkanlık haline getirdiğini öğrenmiş ve gösterdiği cesaret ve yaşama sevincine hayran kalmıştım.
Ülkemizin yetiştirdiği çok değerli bilim adamlarından biri olan Bülent Tanör Hoca’yı tanımış olmaktan çok büyük bir mutluluk duyuyorum. Ancak zamansız kaybı bir o kadar da bana üzüntü veriyor. Kendisini saygı ve rahmet ile anıyorum.
 


 Bülent Tanör’ün doktoru, Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi.
Bu site Prof. Dr. Öget Öktem Tanör'ün mali katkılarıyla hazırlanmıştır. 2013