Arkadaşım Bülent Tanör
Haldun Karacabey
Çocukluk arkadaşım Bülent TANÖR, biz Beylerbeylilere örnek olan ve özellikle benim gençlik yıllarımda düşünce sistemimi etkileyen kişidir.
1956-1957 yıllarında babasının görevli olarak bulunduğu Yugoslavya'dan yaz tatilinde döndüğünde, Yugoslav gençlerinin ve üniversite talebelerinin yol inşaatlarında imece olarak çalışmasının ve düşünce sisteminin etkisi altında kalarak "Köy Enstitüleri"nin tekrar hayata geçirilmesi gerektiğini bize uzun uzun anlatmıştı.
1960 ihtilalinin getirdiği yapay özgürlüğe rağmen biz, yine 1950-1960 arasındaki alışkanlığımızla ne olur ne olmaz endişesi ile Beylerbeyi parkında Akşam gazetesindeki Çetin ALTAN'ı, Cumhuriyet Gazetesindeki İlhan SELÇUK'u ve kaptanköşkü dediğimiz Şemsibey yokuşundaki evinin teras katındaki odasında Nazım HİKMET'i okuyor ve Bülent'in yorumlarını ve açıklamalarını dinliyorduk, çünkü düşünce sisteminde Bülent bizden çok önde gidiyordu.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa kürsüsüne asistan olarak girdiğinde 1.nci sınıfta hocam oldu. Pratik Çalışma Derslerinde Prof. Server TANİLLİ, sonradan eşi olan Öget ÖKTEM (TANÖR)’le birlikte bize derse geldi. Kendisinden günlük yaşantımızda olduğu gibi derslerde de çok şeyler öğrendik. Her şeyden önce düşünmeyi ve adam gibi bir insan olmayı.
Hukuk Fakültesinin Merkez binasındaki doktora salonunda, Bülent'in Doktorasının sözlü sınavında salonda idik. Üç saati geçen bir sözlü sınavı oldu. Tabii her işte olduğu gibi büyük bir başarı ile bu sınavı da geçti. Bu tez o tarihlerde Türkiye'nin düşünce özgürlüğünün önünü açan bir eserdi.
Kendisi, 1963-1964 yıllarında, Beylerbeyi Kültür Cemiyet üyesi ve bir dönem başkanı olarak Beylerbeyi'nde düzenlediği konferans ve sempozyumlarla bizlerin ufkunun açılmasını sağlamıştır. Bu toplantılarda konuşmacı olarak Bülent'in getirdiği Prof. Çetin ÖZEK, Prof. Murat SARICA, Prof. Server TANİLLİ ve diğer bir çok öğretim üyesi sayesinde sorgulamayı ve düşünmeyi öğrenmiştik.
"12 Mart" sıkıyönetim duruşmalarında avukatlığını yapmak onuruna eriştim. Kayınpederimin öldüğü gün Beylerbeyi Camisinin avlusunda Bülent’le beraberdik. Siyah cübbe giymiş bir hoca ellerini havaya kaldırarak musalla taşından kayınpederi Küplüce mezarlığına uğurladı. Bülent, cenaze ile birlikte mezarlığa, ben de avukatı olarak Selimiye'de Sıkıyönetim mahkemesine gittim.
Mahkemede o gün iki tane siyah cübbe ve bir tane nefti elbise giymiş üç kişi, hukuk ve yargılama rezaleti adına hoca misali ellerini kaldırarak Sn. Yücel SAYMAN'la birlikte Bülent TANÖR'ü beş senelik bir mahkumiyet kararına yolladılar. Suçun maddi unsuru doktora tezinin konusu olan "DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ" üzerine yazdığı makale idi.
Dosyayı tetkikimizde, polisten gelen idari dosyada, İstanbul Üniversitesi Anayasa Kürsüsünde asistan olarak görev yaptığı dönemlerde adının başına "Ord. Prof." ünvanı konan hocası tarafından ihbar edilmiş olduğunu üzülerek gördüm.
Bu mahkumiyet, Bülent'e İsviçre yolunu açtı. Bizim burada mahkum ettiğimiz aydınımızı, Cenevre Üniversitesi, kadrosuna alarak Anayasa Kürsüsü'nde kendisinden yararlandı.
1974 affı ile Türkiye'ye döndüğünde Sirkeci Garında babası Cahit TANÖR ve diğer yakınları ile birlikte kendisini karşıladığımızda ilk söylediği söz, Türkiye'de Bülent ECEVİT ile bir yere varılamayacağı ve kendisini desteklememizin politik bir hata olduğuydu.
Bu açıklamasına çok kızmıştım. Çünkü o tarihlerde bizler Bülent ECEVİT'in arkasında sokaklarda koşturuyorduk. Seneler bana Bülent'in haklı olduğunu gösterdi.
İstanbul Üniversitesi, gitmeyeceği ve istifa edeceğini zannettikleri Bülent TANÖR'ü Diyarbakır Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne yolladı. Büyük bir zevk ve heyecanla bu Üniversiteye gitmeye hazırlandı. Ama, gidişine 1 gün kala, Dekanlıktan telefon ederek bir şeylerin değiştiğini, Diyarbakır'a gitmemesini söylediler. Bülent buna çok üzüldü. Birkaç gün sonra ise, bu "değişen bir şeyler"in, 1402 ile Üniversiteden uzaklaştırılmak olduğunu anlayacaktı. Hatırladığım kadarı ile bu dönemde Fransa Lion ve Paris Hukuk Fakültelerinde Doktora öğrencilerine ders verdi.
Hasta bir Galatasaraylı idi. Galatasaray'ın maçlarını kaçırmamaya bakardı. Beylerbeyi kırında yaptığımız futbol maçlarında apayrı bir Bülent'le tanışırdık. Hırslı, koşan ve çok iyi futbol oynayan bir Tanör. Bu maçlarda, İstanbul Beylerbeyi efendisi olan Bülent TANÖR, yerini hırçın, kavgacı, itiraz eden bağırıp çağıran bir insana bırakırdı, günlerce maçın münakaşasını sürdürürdü.
Bana en son verdiği ders, "Prostat Kanseri" üzerineydi. Hastalığını biliyordu. Ben de prostata yakalanmıştım. Gençlik yıllarımızda bana Marksizm anlattığı gibi, prostat hastalığını anlattı ve önerilerde bulundu.
Şimdi bu öneriler doğrultusunda da mücadele ediyorum. Kendisi hastalığında geç kalmıştı. Hastalık bünyesini sarmıştı. Fakat benim geç kalmamı giderayak önledi.
Bebek Camii’nde ve Galatasaray Üniversitesi’ndeki törenlerde toplandığımızda, adam gibi insanlar niye erken gidiyor da adam olduğunu zanneden ve toplumda bu paye ile ödüllendirilen bir sürü insan hala ortalıkta dolaşıyor diye kendi kendime düşündüm.
Bülent, toplumsal sorunları düşünmekten, kendi sağlığını düşünmemişti. Bu yüzden de aramızdan erken ayrıldı.
Bülent Tanör’ün arkadaşı, avukat